Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Eylül 2009 Pazar

VEFALI KİMSE VAR MI?

Vefa istanbul da bir semtin adıymış.... diye söze başlarlar, sitem ederler dostlarından vefa görmediklerinde insanlar, heme belirteyim çok şükür ki vefalı dostlarım var. Rabbim eksikliklerini vermesin, varolsunlar.
Fakat

Kalkayım, gideyim, dünyayı gezeyim;
Dünyada acaba vefalı kimse var mı, arayayım.
İnsan nadir oldu, onu nerede aramalı;
Aramakla bulunacaksa, bir arayıp bakayım.
Ben arzularımı buldum ama bir insan bulamadım;
Eğer bir insan bulursam, yüzüne bir bakayım.
Vefa kıtlaştı, dünya cefa ile doldu;
Vefa acaba kimde vardır, ondan biraz isteyeyim.
Eğer bir vefalı, cömert insan bulursam,
Onu sırtımda taşıyayım, gözüme süreyim.
Eğer ben bir vefalı insan bulamazsam,
Yabani hayvanlar ile birlikte ömür süreyim.
Ya da vahşi olup, çöllerde koşayım;
--Yusuf Has Hacib-- style="COLOR: rgb(0,102,0)">İnsanlardan uzaklaşarak, dünyadan gideyim.
Dünyayı bırakarak, nehir gibi akayım,
Daha da olmazsa, kasırga gibi göklere yükseleyim.
Ey Rabbim, sıkıntı içindeyim, vefasızlara rastladım;
Vefalı acaba kimdir, ona canımı feda edeyim.
İnsanın ismi kaldı, insanlık kayboldu;
Bu insanlık nereye gitti, arkasından gideyim.
Aradım, dünyada candan bağlı bir insan yoktur;
Vefasız kimselere nasıl gönül bağlayayım.
Kimi sevdim ise, onu sevgili canım gibi tuttum;
Fakat ondan da cefa geldi, artık kimi seveyim.
Kime gönül vermeli, derdi kime açmalı;
Ben şimdi gamlıyım, biraz içimi dökeyim.
Dost ve ahbaplarımda ben sadakat bulamadım;
Kardeşim yabancı gibi duruyor,ona nasıl açılayım.
Tuz, ekmek hakkını gözeten var mı;
Ben onu altın, gümüş ve gevhere gark edeyim.
Konu-komşu, sevinç ve keder arkadaşı nerede;
Ona her şeyimi vereyim, evimi bile terk edeyim.
Arkadaş ve dost diye itimat edilecek kim var;
Ben onu bey yapıp, kendim ona kul olayım.
Halk neden bozuldu, niçin iyi adetleri bıraktı;
Hangi zamana rastladım, nereye gideyim.
Esef ederim, ben fenayım;
Fakat vefalı insanlar nerde, onları medhedeyim.
Onların koydukları iyi adet ve kanunları;
Bugün göreyim de, ben de sevineyim.
Eğer böyle değilse, iyi adet ve kanunları va'zetsinler;
Halim insanlar başköşeye geçsin, küstahları kovayım.
Bütün iyiler gitti, iyi adetleri de beraber götürdüler;
Burada insan artığı kaldı, iyileri nasıl bulayım.
Bu insan kılığında dolaşanların hepsi adam ise,
Evvelkiler melek mi idiler; ne bileyim.
Onlar gitti, ben bunlar ile kaldım;
Nasıl hareket edeyim, onlarla nasıl bağdaşayım.
Onlar akrep gibi sokarlar, sinek gibi kanımı emerler,
Köpek gibi havlarlar; hangisine yetişeyim.
Ben artık usandım, küstahlar arasına düştüm;
Her gün pişmanlık içinde bütün yükü nasıl taşıyayım.
Dünyanın bütün cevr ve cefası bana gelmesin,
Küstah ve kaba insanlardan uzak olayım.
Ey Rabbim, Peygamberimizin didarını bana nasip et;
Bir de onun dört arkadaşının yüzlerini göreyim.

22 Eylül 2009 Salı

Bir Kadını Ağlatırken Dikkat Edin!..

Bir kadını ağlatırken dikkat edin...Çünkü....Bir kadın çocuktur aslında..... Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister.

.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını.. Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez.

Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; Ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki, erkeğin gücü kendisine huzur versin.

Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgidir aslında. İçinde her zaman sevgiyi taşır, sevdiklerinden kolay ayrılamaz.

Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever; ama,tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.

Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.

Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beynindeki yeri her an terk edilebilirsiniz.

Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri *acıma* duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.

Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.

O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.

Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.

Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında. Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez.

Üreticiliğinin sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz üreticiliğini. Sadece erkeğine saklar.

Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size.

Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz

............bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!!! Çünkü Allah gözyaşlarını sayar.....!!!!

Kadın; erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı..!!! öyle olsaydı ezilirdi......!!! Üstün olsun diye başından da yaratılmadı......!! !

AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI...... Eşit olsun diye......
Kolun biraz altında...Korunsun diye...!!!

KALP HİZASINDA SEVİLSİN DİYE!!!

19 Eylül 2009 Cumartesi

Hayırlı Bayramlar

Değerli Dostlar,
Dostluğu, sevgiyi,aşımızı, ekmeğimizi, soframızı hatta ve hatta hüznümüzü, acımızı, paylaştığımız Mübarek Ramazan ayını geride bırakıyor ve Bayramı idrak ediyoruz........
Ahiret hayatındada Bayramı yaşama duasıyla, mübarek ramazan Bayramınızı tebrik eder, mutluluklar dilerim.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Dua

Biz,kısık sesleriz...minareleri,
Sen,ezansız bırakma Allahım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allahım!
Mahyasızdır minareler...göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allahım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allahım!
Bize güç ver...cihad meydanını,
Pehlivansız bırakma Allahım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah`ım!
Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah`ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah`ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah`ım!
Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız;
Ve vatansız bırakma Allah`ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah`ım!
Arif Nihat Asya

10 Eylül 2009 Perşembe

Cüneyd suavi'den etkileyici bir hikaye

Cüneyd suavi bu; nasıl bir giriş yapacağı, finali nasıl bitireceği hiiç belli olmaz. Bu hikayesinde de Anne ve Babanın kıymetini bilmeyenlere öyle güzel bir ders vermişki.... iyisimi? buyrun okuyun!
Delikanlı alaca karanlıkta yürürken,
yumuşak bir şeye çarptığını fark etti. Eğildi baktı... Aman Allah'ım.!.. Ayaklarının arasında, yuvasından ustalıkla sökülmüş bil kalp duruyordu. Tıpkı resimlerdeki gibi diri ve anlıydı. Onu büyülenmişçesine avuçlarına aldığında, dehşetinden çıldıracak gibi oldu. Kalp tıp tıp atıyordu ve sıcacıktı. Delikanlı, sanki ellerine yapışıp bir başka uzvu haline geliveren kalpten kurtulmak
istiyor, fakat ne olduğunu kestiremediği duygular tarafından engellendiğini hissediyordu. Bir müddet sonra sakinleştiğinde, onun sahibini bulmak için en yakındaki evin kapısını çaldı ve zincir aralığından bakan genç kıza:

- Bu kalp sizin mi? diye sordu. Biraz önce buldum onu. Kız, mahçup bir ifadeyle:
- Ben kalbimi, üç ay önce rastladığım bir vefasıza kaptırdım, dedi. Yandaki eve sorun,.onların olabilir. Kızın gösterdiği ev, göz kamaştırıcı bir villaydı. Kapıyı açan hizmetkarlar, onu üst kata çıkartarak evin
beyine götürdüler. Delikanlı, yumuşacık halıların üzerine damlayan kanları ayağıyla örtmeye çalışırken:

- Bu kalp sizin mi acaba? diye sordu. Hala atıyor da...

Beyefendi, ışıl ışıl parıldayan kristal kadehinden höpürtülü bir yudum çekerek:

- Ben kalbimi dünyaya sattım canikom, diye sırıttı. Komşu evde bir
meczup var,o bilir sahibini.

Delikanlı, hızla soğumaya başlayan ve atışları gittikçe yavaşlayan kalbi bitişik kulübedeki ihtiyara koşturarak:

- Bu sizin mi? diye sordu. Çabuk olun. Neredeyse duracak. Yaşlı adam, okumakta olduğu Kur'anı yavaşça kapatırken:

- Ben kalbimi, her şeyimle birlikte Allah'a verdim evlad, diye gülümsedi. Elindekinin sahibini neden gidip anne ve babana sormuyorsun? Her ikisi de yaşlanıp bunadı, diye üfüldendi genç. Bir bebek gibi alaka görmek istediklerinden, üç gün önce kavga edip onları terketmiştim. İhtiyar adam, büyük bir üzüntüyle:

- Terkettin ha!... diye mırıldandı. Terkettin demek. Delikanlı, söylenenlere karşı kayıtsız görünüyordu. Oysa ki yaşlı adam, beklediği cevabı çoktan almıştı. Delikanlıya doğru emin adımlarla ilerledi ve iki eliyle
kavradığı gömleğini bir hamlede yırtarak açıverdi. Delikanlının sol göğsünde, avuçlarında tuttuğu kalp büyüklüğünde kanlı bir boşluk vardı

8 Eylül 2009 Salı

Altın öğütlerden

İbni hacer askalaninin meşhur eserinden hz. ebu bekire ait olan bu nasihat,herşeyin ölçüsünün madde olduğu günümüzde,sanırım daha derin bir mana ifade ediyor.Bu sebeple paylaşmak istedim,tabii üstadımıda saygıyla anarak.Allah razı olsun.
ثمانية أشياء هنّ زينة لثمانية أشياء العفاف زينة الفقر ، والشكر زينة النعمة ، والصبر زينة البلاء
والحلم زينة العلم.والتذلل زينة المتعلم ، وكثرة البكاء زينة الخوف وترك المنّة زينة الإحسان
والخشوع زينة الصلاة
Sekiz şey sekiz şeyin süsüdür
1-İffetli olmak fakirliğin süsüdür.Başta biz ilahiyatçılar olmak üzere (gerçi artık ben ilahiyatçı değilim tarihçiyim bundan böyle:) )Dilenciliğin yapıldığı bir ortamın oluşmasından sorumluyuz.
2-Şükür nimetin süsüdür.Adeta nimetlerin içinde yüzüyoruz şükür ile karşılaştırıldığında bir orantısızlık görmekteyiz yeni nesile bu matematiksel hatayı miras bırakmamalıyız.
3-Sabır belanın süsüdür.Özellikle kendi adıma bundan ders çıkarmalıyım ufak bir belaya düçar olduğumumda ahh vahh" ları terk etmeliyim(z)

4-Halim-selim olmak ilmin süsüdür.Bunuda İlahiyatçılar düşünsün:) (Malum ilim, Alim deyince öncelikle din bilginleri akla gelir)
5-Alçak gönüllülük öğrencinin süsüdür.Öğrenci dediğin gururlu olmayacak hatasını düzeltecek soru soracak v.s. Öğrenci olduğuma göre buda bana....
6-Çok ağlamak Allah korkusunun süsüdür.Allah korkusu tasavvuf erbabının uzmanlık alanı Rabbim, bizi yollarının yolcusu eyleye..
7-Başa kakmayı bırakmak başkalarına iyilik etmenin süsüdür.Riyakarlık konusu ile birlikte, belkide günümüzde, vaaz kürsülerinde işlenmesi gereken en önemli konulardandır...
8-Hüşu namazın süsüdür.Hüşu, hmm.... namaz kılan kişinin iç dünyasını temizlemesi, namazla ilgili olmayan düşünceleri kalbinden çıkartıp atması, Rabbinin huzurunda, huzurunu bozan her türlü tasavvurlardan uzak durmak demekti sanırım ne kadarda yabancısı olduğum kavramlar bunlar Allahım aff.

3 Eylül 2009 Perşembe

İslam Alimlerinden Veciz Sözler!

Bu maili gönderen dostuma şükranlarımla paylaşmak istiyorum.
şunuda eklemem gerekir bu sözlerin bir kısmından kendime bir ders çıkarmam gerek.Eyvallah dostum.Allah razı ola:)

*Üç zümreye, üç şey çirkin düşer: 1-İdârecilere, sertlik, 2-Âlimlere, mal sevdası, 3-Zenginlere ise cimrilik.* Molla Câmî (Rahmetullahi aleyh)

*İstediklerini vermediğiniz zaman kızan ve küsen hakiki dost değildir.* İmam-ı Ahmed bin Hanbel (Rahmetullahi Yûsuf bin Hüseyin Râzî Rahmetullahi aleyh )

*Üç şey kalbi öldürür: Çok konuşmak, çok uyumak ve çok yemek. * Fudayl bin İyad (Rahmetullahi aleyh)

*Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar.* Ömer bin Hâris (Rahmetullahi aleyh)

*Elden geldiği kadar kaç kötü arkadaştan, Kötü ahbâb kötüdür, en zehirli yılandan. Yılan zehir akıtıp, insanı candan eder, Ama kötü arkadaş, can ve imandan eder.* Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi (Rahmetullahi aleyh)*Fakirlik, hâline şükredip kimseye şikâyet etmeyerek ihtiyacını gizlemektir.* İbrahim Havvâs (Rahmetullahi aleyh)
*Meşhur olmak sevdası ile yanıp tutuşana, doğruluk nasip olmaz.* İbrâhim bin Edhem (Rahmetullahi aleyh)
*Namaz kılmak, yalnız Allahü teâlâdan korkan müminlere, kolay gelir.* İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh)
*Vücudun rahatı az yemekte; rûhun rahatı az günahtadır.* İmâm-ı Gâzâli (Rahmetullahi aleyh)

*Gözü harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten korumalıdır!* Bâyezîd-i Bistâmî (Rahmetullahi aleyh)
*Gençliğin kıymetini ihtiyarlar, huzûrun kıymetini huzûrsuzlar, sıhhatin kıymetini hastalar, hayatın kıymetini ölüler bilir.* Hatim-i Esam (Rahmetullahi aleyh)
*İşlediğiniz günâhları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyiniz!* Zünnûn-i Mısrî (Rahmetullahi aleyh)
*Nefsin aldanmasına, dünyanın yalancı ve geçici tadına kapılan, hayrın tadını alamaz.* *Öyle bir kimseyle arkadaşlık edin ki; onda dünya malı hırsı bulunmasın.* Dâvûd-i İskenderî (Rahmetullahi aleyh)
*Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylar ile doldurmak demektir.* İmâm-ı Birgivî (Rahmetullahi aleyh)
*İnsanların sıkıntılarına katlanmak, Allahü teâlânın beğendiği, Resûlullahın sevdiği ve evliyânın özendiği bir ahlâktır.* Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (Rahmetullahi aleyh)
*Ölmek felâket değildir. Asıl felâket, öldükten sonra başa gelecekleri bilmemektir.* İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh)
*Adalet, halkın dirliği ve düzeni; idarecilerin ise, süsü ve güzelliğidir.* Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)
*Dört şey ibâdettendir: Abdestsiz durmamak, çok secde etmek, gönlü mescidlere bağlı olmak ve Kur’ân-ı kerîmi çok okumak.* Ali Dede Bosnevî (Rahmetullahi aleyh)
*Temiz ve helâl ye de, ister sabaha kadar ibâdet et, ister uyu!* İbrâhim bin Edhem (Rahmetullahi aleyh)
*Hakîki sevgi, iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde de eksilmeyendir.* Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (Rahmetullahi aleyh)
*İki şeyi istersiniz ama, bulamazsınız. Bunlar, neşe ve rahatlık olup, ikisi de Cennette olur.* Ebû Turâb-ı Nahşebî (Rahmetullahi aleyh)*İyi komşuluk, yalnız komşuya eziyet etmemek değil, komşunun eziyetlerine de katlanmak demektir.* Hasan-ı Basrî (Rahmetullahi aleyh)
*Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız.* Ömer bin Abdülazîz (Radıyallahi anh)
*Malı olanın aç sabahlaması, olmayanın tok sabahlamasından evladır.* Bişr-i Hafi (Rahmetullahi Aleyh)
*Mümin güneş gibidir. Sararıp, solarak batar ama doğduğunda (ahirette) göz kamaştırır.* Ebubekir şiblî (Rahmetullahi aleyh)
*Üç şey üç zümreye çirkin düşer: İdarecilere sertlik, âlimlere mal sevdası, zenginlere cimrilik...* Molla Câmî (Rahmetullahi aleyh)
*Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlânın nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun.* Abdullah-ı Dehlevi (Rahmetullahi aleyh)
*Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz.* Abdülkâdir Geylâni (Rahmetullahi aleyh)
*Edeb hudûda, sınırlara riâyet etmek onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhi hudûdu muhâfazadır, gözetmektir.* Abdülhakim Arvâsi (Rahmetullahi aleyh)
*Eshâb-ı kirâma hürmet etmeyen kimse, Muhammed aleyhisselâma îmân etmiş olmaz.* Ebûbekir Şiblî (Rahmetullahi aleyh)
*İstediklerini vermediğiniz zaman kızan ve küsen hakiki dost değildir.* İmam-ı Ahmed bin Hanbel (Rahmetullahi Yûsuf bin Hüseyin Râzî Rahmetullahi aleyh )

Akşamları ne yapıyorsunuz

Dümdüz bir soru size: Akşamları evde neyapıyorsunuz?
Koltuğa uzanıp, hiç tanımadığınız Amerikalıdedektiflerle, hiç tanımadığınız Amerikalı haydutları mı kovalıyorsunuz?Yoksa yerli dizilere kaptırıp hiç bilmediğiniz konaklarda yaşananhayatları mı seyrediyoruz?
Dört saat televizyon seyretmenin sekiz saat çalışmak kadar beyni yorduğunu biliyormusunuz?
İki türlü hayat var: 1. Yaşanan hayat, 2. Seyredilen hayat,
Akşamlarınız televizyona kilitliyse,bilin ki, hayatı sadece seyrediyorsunuz !
Akşamları evde ne yapıyorsunuz?Akşamlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?
"Pek çoğu gibi biz de çekirdek çıtlatıp saatlerce televizyon izliyoruz"diyorsanız, durup bir düşünün lütfen; dünyaya birkaç kez daha geleceğinize mi inanıyorsunuz?
Böyle bir şey olsaydı, şimdiki hayatımızın bir bölümünü ziyan etmek şimdiki kadar acı sonuçlar doğurmayabilirdi belki. Ne çare ki sadece bir hayatımız var. Bu da maalesef, çok kısa. Ortalama altmış yılın yirmi yılı uykuda geçiyor.Kalan kırk yılın yirmi yılı çocukluk, eğitim,vesaire...
Son yirmi yılı da ziyan edersek, bize yaşanacak bir şey kalmaz. Akşamlarınızı sadece televizyona veriyorsanız,sayılı nefeslerinizden bir bölümünü çöpe atıyorsunuz demektir! Çünkü televizyon izleyen kişi hayatta değildir, zira hiçbir şey yapmamakta, hiçbir değer üretmemektedir; bu da bir anlamda yaşamamak sayılır.
Ne mi yapmalı?..
1. Ailece kitap okuyun, sohbetedin: Nasıl tanıştığınızı, ilk nerede görüştüğünüzü,sıkılıp sıkılmadığınızı, nerede nasıl evlendiğinizi, nikah şahitlerinizi,düğününüzü anlatın çocuklarınıza, onları hem dinleyin, hem de okumaya çalışın.
2. Gezin: Gezmek için ille de bir maksat olması gerekmez, en büyük maksat hayatı paylaşmaktır. Yakınsanız deniz kenarına inin, ayaklarınızı denize sokun ve becerebiliyorsanız taş sektirme yarışına girin. Sonra da güneşin pembe gülücükler saçarak batmasını seyredin. (İnanın televizyon seyretmekten çok daha keyifli ve dinlendiricidir)Ormanda hep birlikte yürüyün, ağaçlara isim takın, yolboyu açan çiçekleri sevin ve çocuklarınıza bunlarla sevmeyi öğretin. (Ama bilin ki hayat öğrenmek ve öğretmekten ibaret değildir. Dinlenmek,eğlenmek gibi olgular da hayatın bir parçasıdır)
Çocuklarınızla ilişkilerinizde asla öğretmen tavrı takınmayın. Onlarla arkadaşlık etmek dünyanın en keyifli işidir.
3. Akraba ve komşularla ilgi bağıkurun: Onlara ya gidin, ya da onları size davet edin. Sohbetiniz televizyonsuz olsun ki tadı çıksın. Birbirinizi gerçekten tanımaya çalışın. Bilirsiniz, "Komşu komşunun külüne muhtaçtır."
4. Kültürel ve sanatsal etkinliklere katılın.(Konferans, seminer, sergi, doğru sinema vetiyatro) Hayatınızı biraz olsun renklendirecek başka şeyler de bulabilirsiniz. Yeter ki isteyin. Bir şeyi çok isterseniz, Allah sebebini halkeder ve çok istediğiniz şeye ulaşırsınız.
"Olmaz ki" diye düşünüp taleplerinizi ertelerseniz, hiçbir yere ulaşamazsınız. Aile bağlarının güçlenmesi, paylaşacak şeylerin çokluğuyla mümkündür. Ne kadar çok şey paylaşırsanız aileniz o kadar güçlenecek, o kadar diri duracak ve mutlu olacaktır.
Hatıra defterine televizyon dizilerini yazamazsınız. Oraya ancak yaşadıklarınızı yazabilirsiniz. Her gün birşeyler yaşamalı ve bunları deftere geçirerek geleceğe tarih düşürmelisiniz.
Bugün öyle bir hayat yaşayın ki, yarına da kalsın. Torunlarınıza filan anlatacaklarınız olsun.
Ayrıca unutmayın ki;Hayatı biriktiremezsiniz; ya her anını yaşayacaksınız, ya da ziyan edeceksiniz.
Artık cevap gelsin:Akşamları ne yapıyorsunuz?..
yaşıyor musunuz,yoksa seyrediyor musunuz?
CAN DÜNDAR

1 Eylül 2009 Salı

Ez jı te hez dıkım

Prof. dr. İhsan Dağı Bugünkü köşesinde demokratik açılımı o kadare güzel anlatmışki üzerine ilave edecek bir kelime dahi bulamıyorum olduğu gibi paylaşıyorum buyrun.
Biliyorum, birçoğunuz başlığı anlamadınız. Ben de yeni öğrendim. Aynı cümleyi İngilizce, Fransızca veya Almanca yazsaydım, en azından birini, okur yazar her Türk anlayacaktı.

Oysa bin yıldır birlikte yaşadığımız, kardeş olduğumuzu söylediğimiz, etle tırnak gibi bütünleştiğimizi iddia ettiğimiz Kürtlerin dilinde yazınca kimse anlamıyor. Bu, övünülecek bir 'cehalet' olamaz.

Bin yıldır birlikte yaşıyoruz, ama Kürtçe bilmiyoruz; az da olsa bilmiyoruz.


Kürt kökenli olduğunu bildiğimiz bir komşumuza 'günaydın', iş arkadaşımıza 'nasılsın?', sevdiklerimize 'seni seviyorum' diyemiyoruz Kürtçe. Daha da kötüsü, 'onların dili'ni birazcık da olsa konuşmak aklımıza bile gelmiyor, bırakın bunun için özel bir çaba göstermeyi...

Ne hakça ne de kardeşçe bir durum bu. Hepsi Türkçe bilen, bilmek zorunda olan Kürtler (kardeşlerimiz!) üzülmezler mi buna? Kırılıp darılmazlar mı?

Gelin itiraf edelim: Devletin 'homojen Türk milleti' varsayımı hepimize (Türklere) kolay geldi. Herkes Türk'tü; herkesin Türk olmasını, Türkçe konuşmasını bekledik. Devlet destekli bu beklentiye karşılık verip Türkçe öğrenenlerin Türkçesiyle de dalga geçti kimimiz.

Adeta Kürtçe diye bir dilin var olduğunu unuttuk, görmezden geldik. Hatta Kürtçenin sokaklarda bile konuşulması yasaklandığında kılımızı kıpırdatmadık. Kör, vurdumduymaz kaldık... İçimizdeydi onlar, birlikte yaşıyorduk, ama onlar bizim gibi oldukları, bizim dilimizi konuştukları sürece bizdendi. Kürtçe konuşmayı, yani kardeşlerimizin anadillerini, yani en doğal, en insanî farklılıklarını 'ayrılıkçılık'la eş tuttuk.

Bir Kürt'le bir Türk'ü birbirinden farklılaştıran tek şey, dil. İşte o dilin bizi ayıran şey olmasını istemiyorsak, o dili paylaşmamız, ortak kullandığımız bir değere dönüştürmemiz gerek. Neden ortaklaşamıyoruz bu dili? Yüzyıllardır birlikte yaşarken, yakın akrabalar olmuşken Kürtçeyi bu denli 'yabancı', dışımızda görmek hiç de normal değil.

Kürt meselesi önemli ölçüde bir Kürtçe meselesi. Kürtçeyi doğal, meşru, normal ve bizden görmeden birlikte yaşama irademiz ve isteğimiz sağlam bir temele oturamaz.

Tamam, Kürt sorunu toplumun değil, devletin yarattığı bir sorun. Toplumsal düzeyde Kürtlerle Türkler arasında ciddi bir şiddet ve nefret ortaya çıkmadı. Kabul, bu sorun 'Türkler'in değil 'devlet'in sorunuydu ve çoğul bir emperyal toplumsal bakiyeden homojen bir ulus ve devlet yaratma projesinden kaynaklanmıştı. Ama toplum bunun neresindeydi? Halkın, bin yıldır birlikte yaşadığı Kürt kardeşlerine devletin yaptıkları karşısında takındığı duyarsız, vurdumduymaz tavrın hiç mi payı yoktu sorunun derinleşmesinde?

SETA ve Pollmark'ın geçen hafta açıklanan Türkiye'nin Kürt Sorunu Algısı araştırmasının ilginç bulgularından biri de Kürtçeye ilişkin. Türk kökenli yurttaşların % 52'si 'Kürtçenin kullanımına yönelik yasakların kalkmasını kabul edilebilir' bulmuyor. Aynı araştırmada Türklerin % 34'ünün, Kürtlerin de % 67'sinin 'yakın akrabaları' arasında Kürt ve Türklerin olduğunu öğreniyoruz. Bu kadar kaynaşmış, akrabalaşmış bir toplumun Kürtçeye bu kadar 'yaban' kalması çok şaşırtıcı değil mi?

Bence önümüzdeki süreçte sadece devletle Kürtler barışmakla kalmamalı, Kürtlerle Türkler de yeniden 'tanışmalı'. Türkler, Kürtçeyi damadının, gelininin, torununun, yeğeninin, halasının, dayısının dili, yani 'kendi' dili olarak görmeli. Kardeş dediğimiz, evlilikler yaptığımız, akraba olduğumuz insanların diline bu kadar yabancılık anlaşılır ve açıklanabilir bir durum değil. Bugün her Kürt Türkçe konuşurken Türklerin üç beş cümle bile Kürtçe konuşamamaları kabul edilebilir bir kardeşlik türü müdür?
Şairin dediği gibi 'anadilin, elin ayağın kadar senin, ana sütü gibi tatlı', ana sütü kadar helal... Gelin öğrenerek, Kürtçeyi 'ayıran' değil 'birleştiren' bir ortak değere dönüştürelim. Öğrenmeye de bu cümleyle başlayalım: Ez jı te hez dıkım. Yani, seni seviyorum.

İhsan dağı zaman