Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

25 Aralık 2009 Cuma

Eyvallah üzerine (çok sevdiğim bir söz)

Evet değerli dostlar,
Bugün çok sevdiğim sık sık kullandığım bir kavramı 'eyvallahı'araştırdım,tasauf ehlinin kullandığı bu güzel kelimenin iht,va ettiği çok derin manalar varmış.Buyrun ....
Eyvallah sağ elle beraber:)


EyvAllah, üç ayrı kelimeden oluşan Arapça bir cümle. ‘Ey’ veya ‘-iy’, ‘evet, tabii’ gibi anlamlara gelir. Bilhassa vav’la beraber kullanıldığında dilimizdeki ifadesiyle ‘aynen öyle, tastamam’ gibi manaları içine almaktadır. ‘Tamam, peki’ manasına pratik Arapça’da halihazırda ‘eyva’ şeklinde söylenişine halkımız aşinadır. Bazen ayvaa olarak müstehzi bir edayla fevkalade kötü taklitlerini de duyduğumuz bu kelam esasında Allah lafzı düşünülerek bizdeki eyvAllah’ın Araplardaki söyleme tarzıdır. “Ve” harfine gelince. Sadece gramer açısından incelendiğinde en az on iki ayrı işlevi olan bu harfi, kültürel boyutuyla ciltlerle kitapla ifade etmek mümkün.

Bu tabirde geçen “vav” için çeşitli fikirler öne sürülmüş. Bazıları cevabı kuvvetlendirmek için, bazıları da yemin manası için kullanıldığını öne sürmüşlerse de maiyyet yani beraberlik bildirmek için kullanıldığı fikri ağır basmıştır.

İkinci kelime olan “Allah” ki daha çok lafzatullah şeklinde ifade edilir.

6 Aralık 2009 Pazar

Bir Gececik



Hz. Mevlanadan çok etkileyici bir şiir,aslında tüm şiirleri etkileyici ama özellikle bu şiiri okurken daha bir etkilendim.adeta yalvarıyor aşkın dansının temsilcisi (belgeselde öyle diyordu ya).neyse ben daha fazla edebiyat yapmayayım.

5 Aralık 2009 Cumartesi

Gafleti Yırtan Namaz: Evvâbîn...‏

Prof. Dr. Abdulhakim Yüce

Namaz müminin miracı, mirac yolunda ışığı-burağı.. yollardaki
inanmış gönüllerin sefinesi-peyki-uçağı.. kurbet ve vuslat yolcusunun ötelere en yakın karargâhı, en son otağı, gaye ile hemhudut en büyük vesilelerden biridir.

27 Kasım 2009 Cuma

HİÇ KİMSEYİ SENİN KADAR SEVMEDİM...


Seni gördüm,
toy bir çocuktu yüreğim
henüz yağmur yağmamış buluttum...
Hiç kimseyi senin kadar sevmedim...
Tutsaktım, Yok pahasına bir gemiye satıldım
sonra gözlerimi sattım,

22 Kasım 2009 Pazar

Efendimizden 20 altın nasihat

Bir gün, bir adam Peygamber Efendimiz'in (s.a.v)yanına gelerek, "Size dünya

ve ahiretle alakalı soracak sorularım var." der.

Bunun üzerine Peygamberimiz(s.a.v)o kimseye, "Ne istiyorsan sor."

buyururlar. Ardından o kişi ile Peygamber Efendimiz (s.a.v) arasında bizim de

pek çok dersler çıkarabileceğimiz şu diyalog yaşanır:

İnsanların en zengini olmak istiyorum. Ne yapmalıyım?

Kanaatkâr olursan insanların en zengini olursun.

İnsanların en hayırlısı olmak istiyorum.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Şevki Yok

Bir insan yaşadığı ayrılık acısını çeşitli şekillerde dile getirir. Bu mümkün olmazsa ağlar, dövünür, içine atar, bazen de kendi köşesine çekilir. Ayrılık acısını yaşayan bir şairse, o da duygularını şiirle anlatmaya çalışır. Hislerini mısralara döker. Recâizâde Mahmut Ekrem’in yazdığı bu şiiri Ömer Faruk Bilgili Hocamdan aldım. Çok teşekkürler Üstadım.Eyvallah....

Gül hazîn... sünbül perîşan... Bâğzârın şevki yok..
Derdnâk olmuş hezâr-ı nağmekârın şevki yok..
Başka bir hâletle çağlar cûybârın şevki yok..
Âh eder, inler nesîm-i bî-karârın şevki yok..
Geldi ammâ n’eyleyim sensiz bahârın şevki yok!

5 Kasım 2009 Perşembe

Her eve lazım bir kitab(p)

Reşehât,
gönül ehlinin menkıbe ve sohbetlerinin, hasretle yanan bir gönülle dile gelişidir.
Kâşî Mehmed el-Marûf tercümesinin tam metninin Mustafa Özsaray tarafından sadeleştirilmesiyle hazırlanan bu kitap,
Allah yolunda koşma şevki arayanlar için hakiki bir iksir.

29 Ekim 2009 Perşembe

Medinenin gül'üne. (s.a.v.)

Maruf dostum,
sana teşekkür ederken, tercemesinide istiyorum bilesin:)
Arz-ı ta’zîm eylemez mi âlem-i imkân sana Arz-ı ta’zîm etti Allah-ı azîmü’ş-şân sana Nûr-ı îmândır nücûmundan dem-â-dem berk uran ... Âsmân etmiş hezârân kalb ile îmân sana Fazl-ı bî-pâyânının bürhân-ı bî-pâyânı var Var mı ulviyyât içinde olmayan bürhân sana Hüsn-i Kur’ân’ı görür insân olur hayrân sana Dest-i kudretle yazılmış hilyedir Kur’ân sana Dil esîrin olduğu günden beri âzâdedir Mâsivâya bağlanır mı bağlanan vicdân sana

27 Ekim 2009 Salı

Bir yalvarış hikayesi -Etme-

Aşkın dansı diyor trt 2,mevlanayı anlatan belgeselinde.geçen pazar başladı ilk bölşümü izledim/k. Kesinlikle tavsiye ediyorum,izleyin.Aklımda yer etmiş olacakki bu videoyu bulup sizinle paylaşmak istedimş nasıl içten yakarıyor ETME derken.Seslendiren Yılmaz erdoğandan daha güzel vurgular yapmış. bi izleyin hele.

Mevlana - Etme Video

26 Ekim 2009 Pazartesi

Kainatın gülüne :(

teenni kardeşime şükranlarımla......
Kainatın gülüne (s.a.v.)
Aşk derseniz; size Gül derim.
Kokuların en güzelini güle vermiş Allah
Ya iman; Gül kokusuna bezeneni sevmektir.
Renklerin en güzeli gülkurusu, gül pembesi, kan kırmızısı güller
Çocukluğumda bahçemizde miski güller yetişirdi.
Onlar özel bir bakım isterler, solmadan itina ile yaprakları toplanır, üzerine şeker ve limon tozu serpilip iyice ovulur.
Ve kavanozlara doldurulur.
Böylece gül mayası elde edilir.
Veya yapraklar şişelere doldurulup üzerleri su ile örtülür.

25 Ekim 2009 Pazar

ENDÜLÜS MEKTUBU -Prof. Dr. Orhan Çeker-

Endülüs: Bu günkü İspanya’nın yerinde kurulan; 711 miladi yılında Tarık b. Ziyad tarafından fethedilen; 781 yıl gibi uzunca sayılabilecek bir zaman sonrasında (1492) yılında ve tarih sahnesinden silinen bir İslam devletidir.
Bugün bile dünyanın erişemediği okuma-yazma oranını, bundan beş yüzyıl evvel yüzde-yüz seviyesini elde etmiş uygar ve medeni bir ülke idi. Geçen hafta Endülüs’teydim… “Hediye”ler getirdim ümmete…
Tek başıma daha fazla taşıyamayacağım kadar ağır “hediye”ler… Elçiye zeval olmaz… Buyursun herkes kendisi için gönderileni alsın:Akıl almaz işkencelerle can veren yerin altındaki şehitlere “Hakkınızı helal edin” dedim. “Etmiyoruz” dediler. “Peki, helal etmeniz için ne yapmam gerekiyor” dedim. “Bir şey yapma zamanı çoktaaan geçti. Seni ALLAH’a havale ediyoruz” dediler. Böylece onlardan ayrıldım.
Tuleytula (Toledo) merkez camiinden görüşme talebinde bulundum. “sen kimsin, hayrola. Ben kilise olalı yüzyıllar oldu, o zaman nerdeydin, şimdi başımdan git, beni meşgul etme” dedi, bana hiç mi hiç yüz vermedi. Muhatab bulamayınca oradan da ayrıldım.
50 bin kişilik sur gibi muhteşem Kurtuba (Cordoba) camiine gittim. Görüşme talebinde bulundum. Görüşme talebimi kabul etti. İçinde tahiyyetü’l-mescid kılarak selam verdim kendisine. Yanına oturdum, ancak ne kadar konuştum ve konuşsun diye çabalıyorsam da bana karşılık vermedi. Gözyaşı döktü durdu. Baktım konuşmuyor, o ağlarken usulca yanından ayrıldım. Muhteşem Cami beni kilise çan sesiyle uğurladı.
İşbiliyye (Sevilla) Ulu cami1den görüşme taleb ettim. Görkemli fakat görkemi kadar hüzünlü cami görüşmemi kabul etmedi. “Hıristiyanlar benim içimde yumurta yortusu kutluyorlar, görüşemeyiz. Zaten görüşmek de İSTEMİYORUM” dedi. Beni çan sesleriyle adeta kovdu.
Gırnata (Granada)’da el-Hamra sarayına vardım. Görüşme taleb ettim. “Sen kimsin” dedi. “Türkiye’den bir Müslüman” dedim. “Müslüman var mı ki dünyada! Müslümanlar yok olalı 500 yıl oldu. Yok olmasaydı şimdiye kadar bana hal hatır sorarlardı. Sana inanmıyorum, Müslüman yok, sen takiyye yapıyorsun” dedi. Ne kadar uğraştıysam da müslüman olduğuma ve dünyada müslüman yaşadığına inandıramadım. “A.a.a. AMA…” diyerek mazeret beyan etmek istedim. “Sus! Hiç konuşma. Hiçbir şey mazeret olamaz” dedi. “Durumu karşılaştığım Müslümanlara anlatayım mı”, dedim. “müslüman bulabilirsen anlat” dedi. “mescidinde 2 rekât namaz kılabilir miyim” dedim. Seslenmedi. Sessizliğinden bilistifade mahzun mu mahzun kilise/camide mahcubane 2 rekât namaz kıldım. Çaresiz oradan da ayrıldım.
Kurtuba’da müslümanlara yapılan işkence müzesini (Galeria de la Tortura) gezdim. Müze çıkışında ayakta durmakta zorlandım. Oturacak yer aradım. Burada şunu düşündüm: Resulullah’a (sav), ümmetinin sıkıntısı çok zor gelir (Tevbe 128). Endülüs müslümanları bu işkencelere uğrarken ya Efendimiz; O nasıl dayandı!

20 Ekim 2009 Salı

Ölüm....ki ahh


Ölüm ! Ötelerden gelen haber,
Hiç güzel olmasaydı ! ölür müydü? Peygamber...
Şimdi bir tablo takdim etmek istiyorum.
Bilirsiniz veya tahmin edersiniz ki mezarların içi karanlıktır.
Çünkü ölülerin ışığa ihtiyacı yoktur.
Onların Nûra ihtiyacı vardır. O Nûr da bu dünyadan götürülür.
Mezarlığa girilince ölülere selam vermek gerekir.
Şimdi bir insanın ölüyle konuşmasını canlandıralım ,
Bir kişi mezarlığa giriyor ölüye soruyor, aralarındaki konuşma şöyle ...
- Selâmün Aleyküm ! EY KABİR EHLİ

- Aleyküm Selam ! EY DÜNYA EHLİ
- Âhretten bakınca dünyayı nasıl görüyorsun?
- Ölü dalgın dalgın düşündü ve
“ dünya bir okulmuş, Allah’ı orada iyi tanımalıymışız.
Peygambere kulak vermeli, cenneti kazanmalı imişiz.
- Peki sizce Müslüman olmak yetmez mi?
- İman etmek ağaçların çiçek açmasına benzer.
Akasyalar,
hatmiler,
zakkumlarda çiçek açar ama meyve vermezler.
Meyvesiz ağaçları odun diye yakarlar.
Ya da kereste yaparlar. Meyve verenler de iki türlüdür;
Ya ahlat gibi meyve verir ama meyvesi yenmez kekredir boğaza alır,
yada armut gibi faydalıdır yenir.
İnsanın imanı çiçek ise meyvesi de ibadetlerdir.
İbadetleri de ihlaslı istikrarlı ve sahih olmalıdır.

- Sizce dünya nedir?
- Uzun yolun mola yeridir.
- Peki ölümü yaşadınız,ölüm nedir?
- Mola yerinden kalkıp yola devam etmektir.
- Ölü insan nasıl yola devam eder?
- Biz ruhlar âleminde de ölü gibiydik, baktık ki anne karnına gelmişiz.
Orada da ölü gibiydik, baktık ki dünyaya gelmişiz,
Dünyada ölmeyecekmişiz gibi yaşıyorduk baktık ki kabre geldik.
Burada da kalmayacak yolumuza devam edeceğiz.
Son yolculuk ve durak âhİret âlemi.
- Peki ölünce neler oldu?
- Bir anda zifiri bir karanlık, sonra kapılar açıldı.
Bir başka âlem, kimisi dövünüyor kimisi seviniyor.
- Bize bir tavsiyen var mı?
- Bunu sorduğun için Allah’a tövbe etmelisin...
Allah, Peygamber ve Kur’an yetmiyor mu ki bir ölüden tavsiye bekliyorsun?



Bu fanide göz yumduğun gün
Bilirim sonum o gün
Gözüm yoktur bakmaya Ya Rab !
Dilim yoktur anlatmaya Ya Rab !
Sen bağışlayan sen merhamet olansın
Ya olur Bizide al cennetine..
Cennetin Firdevisine İnşaallah...

12 Ekim 2009 Pazartesi

Düşenin dostu olmaz...... itirazım var, OLUR!

Evet başlıktan da anlaşıldığı gibi, benim bu ataszüne itirazım var.Elbette büyükler bu sözle bir mesaj vermek itemişlerdir,düşenin elinden tutmak yerine ona tekme atanlar çok olur demek istemişlerdir,doğrudur.
Bende, dost herzaman dosttur, dostlar olmadan hayatın anlamsız olacağına dikkat çekmek için bu kadar iddialı bir başlık kulandım.. "İİİtirazım var" diye bir şarkı vardı sanırım:):)
Yanılmıyorsam hz. Alinin bir sözüydü.Dünyada,dostlarla vakit geçirmek,samim sohbet etemet çok hoşuma gidiyor buyurmuşlar.
Allah selamet versin hocam (ellerinden öptüğüm blog tuttuğumdan haberi olsa kulağımı çeker:) ) anlatıyordu.birkaç Alim arkadaş dostlarına ziyarete gitmeye karar vermişler, köye varıp kapıyı çalmışlar ama evde kimse yok kapıda açık,neyse "dostumuzun evidir izinsiz girilir" deyip içeri buyurmuşlar hepsi alim tabi, fetvayı vermişler:). O da ne? odanın tam ortasında mis gibi kokan tandırdan yeni gelmiş ekmeği görmezlermi? başlamışlar yemeye "dostumuzun ekmeğidir izinsiz yenilir" diye..... ikinci fetvaya imzayı atmışlar.... az sonra dostları içeri girer selamün aleyküm, aleyküm selam derken...
çok sevdiği mertdostları kendinden izinsiz evine girdikleri gibi izinsiz ekmeğinide yemişler.....
ALLAHA YEMİN EDİYORUM Kİ, DOĞDUĞUM GÜNDEN BUGÜNE KADAR HAYATIM BOYUNCA DAHA BU KADAR SEVİNDİĞİM OLMAMIŞTIR DERKEN SEVİNÇ GÖZYAŞLARINI TUTAMAMIŞTIR. Demekki beni gerçek dostunuz olarak kabul etmişsiniz.
Mertdostlara selam olsun.

8 Ekim 2009 Perşembe

Bakmak ve görmek arasındaki fark, yada "KİM KÖR"?

Gösterdim !
Gördü anlamına gelmez...
Söyledim !
Duydu anlamına gelmez...
Duydu !
Doğru anladı anlamına gelmez...
Anladı !
Hak verdi anlamına gelmez...

Hak verdi !
İnandı anlamına gelmez...
İnandı !
Uyguladı anlamına gelmez...
Uyguladı !
Sürdürecek anlamına gelmez...

Adamın biri ilk defa gittiği küçük bir kasabada duran bir arabanın yanına sokulmuş ve arka koltukta tek başına oturan çocuğa;
- Buranın yabancısıyım, demiş.
ALINTIDIR- Şürahbil hocama şükranlarımla...
Parkın hemen yanı başındaki fırını arıyorum, çok yakın olduğunu söylediler..

Çocuk arabanın penceresini açtıktan sonra;
Ben de buraya ilk defa geliyorum, demiş.

Ama sağ tarafa gitmeniz gerekiyor herhalde..

Adam çocuğun yabancı olmasına rağmen bunu nasıl anladığını sormuş ister istemez.

- Ihlamur çiçeklerinin kokusunu duymuyor musunuz? diye gülümsemiş çocuk.

Kuş cıvıltıları oradan geliyor zaten.

- İyi ama, demiş adam, bunların parktan değil de tek bir ağaçtan gelmediği ne malûm?.
Tek bir ağaçtan bu kadar yoğun koku gelmez diye atılmış çocuk... Üstelik manolyalar da katılıyor onlara..
Hem biraz derin nefes alırsanız, fırından yeni çıkmış ekmeklerin kokusunu da duyacaksınız..

Adam gözlerini hafifçe kısarak denileni yaptıktan
sonra, teşekkür etmek için döndüğünde fark etmiş çocuğun kör olduğunu..

Çocuk ise, konuşurken bir anda sözlerini yarıda kesmesinden anlamış adamın kendisini fark ettiğini..

Işığa hasret gözlerini ondan saklamaya çalışırken;
- Üç yıl önce bir kaza geçirmiştim, demiş. Görmeyi o kadar çok özledim ki!. Sizinkiler sağlam, öyle değil mi?.

Adam çocuğun tarif ettiği yerde bulunan fırına
doğru yönelirken;
- Artık emin değilim,demiş. Emin olduğum tek şey,benden iyi gördüğündür..

27 Eylül 2009 Pazar

VEFALI KİMSE VAR MI?

Vefa istanbul da bir semtin adıymış.... diye söze başlarlar, sitem ederler dostlarından vefa görmediklerinde insanlar, heme belirteyim çok şükür ki vefalı dostlarım var. Rabbim eksikliklerini vermesin, varolsunlar.
Fakat

Kalkayım, gideyim, dünyayı gezeyim;
Dünyada acaba vefalı kimse var mı, arayayım.
İnsan nadir oldu, onu nerede aramalı;
Aramakla bulunacaksa, bir arayıp bakayım.
Ben arzularımı buldum ama bir insan bulamadım;
Eğer bir insan bulursam, yüzüne bir bakayım.
Vefa kıtlaştı, dünya cefa ile doldu;
Vefa acaba kimde vardır, ondan biraz isteyeyim.
Eğer bir vefalı, cömert insan bulursam,
Onu sırtımda taşıyayım, gözüme süreyim.
Eğer ben bir vefalı insan bulamazsam,
Yabani hayvanlar ile birlikte ömür süreyim.
Ya da vahşi olup, çöllerde koşayım;
--Yusuf Has Hacib-- style="COLOR: rgb(0,102,0)">İnsanlardan uzaklaşarak, dünyadan gideyim.
Dünyayı bırakarak, nehir gibi akayım,
Daha da olmazsa, kasırga gibi göklere yükseleyim.
Ey Rabbim, sıkıntı içindeyim, vefasızlara rastladım;
Vefalı acaba kimdir, ona canımı feda edeyim.
İnsanın ismi kaldı, insanlık kayboldu;
Bu insanlık nereye gitti, arkasından gideyim.
Aradım, dünyada candan bağlı bir insan yoktur;
Vefasız kimselere nasıl gönül bağlayayım.
Kimi sevdim ise, onu sevgili canım gibi tuttum;
Fakat ondan da cefa geldi, artık kimi seveyim.
Kime gönül vermeli, derdi kime açmalı;
Ben şimdi gamlıyım, biraz içimi dökeyim.
Dost ve ahbaplarımda ben sadakat bulamadım;
Kardeşim yabancı gibi duruyor,ona nasıl açılayım.
Tuz, ekmek hakkını gözeten var mı;
Ben onu altın, gümüş ve gevhere gark edeyim.
Konu-komşu, sevinç ve keder arkadaşı nerede;
Ona her şeyimi vereyim, evimi bile terk edeyim.
Arkadaş ve dost diye itimat edilecek kim var;
Ben onu bey yapıp, kendim ona kul olayım.
Halk neden bozuldu, niçin iyi adetleri bıraktı;
Hangi zamana rastladım, nereye gideyim.
Esef ederim, ben fenayım;
Fakat vefalı insanlar nerde, onları medhedeyim.
Onların koydukları iyi adet ve kanunları;
Bugün göreyim de, ben de sevineyim.
Eğer böyle değilse, iyi adet ve kanunları va'zetsinler;
Halim insanlar başköşeye geçsin, küstahları kovayım.
Bütün iyiler gitti, iyi adetleri de beraber götürdüler;
Burada insan artığı kaldı, iyileri nasıl bulayım.
Bu insan kılığında dolaşanların hepsi adam ise,
Evvelkiler melek mi idiler; ne bileyim.
Onlar gitti, ben bunlar ile kaldım;
Nasıl hareket edeyim, onlarla nasıl bağdaşayım.
Onlar akrep gibi sokarlar, sinek gibi kanımı emerler,
Köpek gibi havlarlar; hangisine yetişeyim.
Ben artık usandım, küstahlar arasına düştüm;
Her gün pişmanlık içinde bütün yükü nasıl taşıyayım.
Dünyanın bütün cevr ve cefası bana gelmesin,
Küstah ve kaba insanlardan uzak olayım.
Ey Rabbim, Peygamberimizin didarını bana nasip et;
Bir de onun dört arkadaşının yüzlerini göreyim.

22 Eylül 2009 Salı

Bir Kadını Ağlatırken Dikkat Edin!..

Bir kadını ağlatırken dikkat edin...Çünkü....Bir kadın çocuktur aslında..... Çocuk gibi davranmayı sever. Erkeğin kendisine bir çocuğa gösterdiği şefkati göstermesini ister.

.
Bir çocuğu okşar gibi incitmekten korkarak sevmeli erkek kadını.. Ama hiç bir kadın çocuk muamelesi görmek istemez.

Söylediği şeyler çocukça da olsa dinlenilmesini, dikkate alınmasını ister. Yani bir kadının çocukluk yapmasına izin vereceksiniz; Ama asla onu bir çocuk olarak görmeyeceksiniz.

Bir kadın güçlüdür aslında Hatta erkeklerden çok daha güçlüdür. Ama bu gücünü her zaman ortaya koymasını sevmez. İster ki, erkeğin gücü kendisine huzur versin.

Kendi kendine yapabileceği şeyleri bile erkeğin yapmasını bekler. Böylece hem daha kadın olduğunu hissedecektir hem de erkeğinin ne kadar güçlü olduğunu görecektir. Ancak kadın gücünü göstermek istediğinde onu engelleyemezsiniz. Yapmak istediği bir şey varsa mutlaka yapar.

Bir kadın sevgidir aslında. İçinde her zaman sevgiyi taşır, sevdiklerinden kolay ayrılamaz.

Sevdiklerini kolay kolay kıramaz. Zor sever; ama,tam sever. Bir kadının tam anlamıyla sevebilmesi için yüreğinin kabul ettiğini beyninin de kabul etmesi gerekir.

Ve sevmezse de onu asla sevmeye zorlayamazsınız.

Belki kolayca yüreğine girebilirsiniz. Ancak beynindeki yeri her an terk edilebilirsiniz.

Sevmediği halde terk etmeyen kadınlar da var elbette. Bunun tek nedeni ise engelleyemedikleri *acıma* duygusudur.

Bir kadın yalnızdır aslında. Hiçbir zaman kadını bütünüyle elde edemezsiniz.

Kendisine ait bir dünyası vardır ve orada hep yalnızdır.

O dünyaya kimsenin girmesine izin vermez. Hiçbir anahtar o dünyanın kapısını açamaz.

Yalnızlık onun sığınağıdır. O sığınağa ne zaman gireceğine, ne kadar kalacağına hep kendisi karar verir.

Sığınaktayken oradan çıkmaya zorlarsanız, onu sonsuza dek kaybedebilirsiniz.

Bir kadın çılgındır aslında. Neler yapabileceğini erkek aklı hayal bile edemez.

Üreticiliğinin sınırı yoktur. Ama bunu ortaya çıkartmak için hayatının erkeğini bekler. Hoyratça harcamaz üreticiliğini. Sadece erkeğine saklar.

Bir kadının gerçek erkeği olmayı başarabilmişseniz çok şanslısınız demektir. Çünkü hayatın içinde olan her şey ancak kadınlar olduğunda anlam kazanıyor. Yemek yemek, su içmek bile. Bir kadının elinden içtiğiniz suyla kendi kendinize bardağı doldurup içtiğiniz su arasındaki lezzet farkını anlayabiliyor musunuz?

Anlıyorsanız ne mutlu size.

Anlamıyorsanız ne yazık ki yaşamıyorsunuz

............bir kadını ağlatırken çok dikkat edin..!!! Çünkü Allah gözyaşlarını sayar.....!!!!

Kadın; erkeğin kaburgasından yaratıldı, ayaklarından yaratılmadı..!!! öyle olsaydı ezilirdi......!!! Üstün olsun diye başından da yaratılmadı......!! !

AMA GÖĞSÜNDEN YARATILDI...... Eşit olsun diye......
Kolun biraz altında...Korunsun diye...!!!

KALP HİZASINDA SEVİLSİN DİYE!!!

19 Eylül 2009 Cumartesi

Hayırlı Bayramlar

Değerli Dostlar,
Dostluğu, sevgiyi,aşımızı, ekmeğimizi, soframızı hatta ve hatta hüznümüzü, acımızı, paylaştığımız Mübarek Ramazan ayını geride bırakıyor ve Bayramı idrak ediyoruz........
Ahiret hayatındada Bayramı yaşama duasıyla, mübarek ramazan Bayramınızı tebrik eder, mutluluklar dilerim.

14 Eylül 2009 Pazartesi

Dua

Biz,kısık sesleriz...minareleri,
Sen,ezansız bırakma Allahım!
Ya çağır şurda bal yapanlarını,
Ya kovansız bırakma Allahım!
Mahyasızdır minareler...göğü de,
Kehkeşansız bırakma Allahım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allahım!
Bize güç ver...cihad meydanını,
Pehlivansız bırakma Allahım!
Kahraman bekleyen yığınlarını,
Kahramansız bırakma Allah`ım!
Bilelim hasma karşı koymasını,
Bizi cansız bırakma Allah`ım!
Yarının yollarında yılları da,
Ramazansız bırakma Allah`ım!
Ya dağıt kimsesiz kalan sürünü,
Ya çobansız bırakma Allah`ım!
Bizi sen sevgisiz,susuz,havasız;
Ve vatansız bırakma Allah`ım!
Müslümanlıkla yoğrulan yurdu,
Müslümansız bırakma Allah`ım!
Arif Nihat Asya

10 Eylül 2009 Perşembe

Cüneyd suavi'den etkileyici bir hikaye

Cüneyd suavi bu; nasıl bir giriş yapacağı, finali nasıl bitireceği hiiç belli olmaz. Bu hikayesinde de Anne ve Babanın kıymetini bilmeyenlere öyle güzel bir ders vermişki.... iyisimi? buyrun okuyun!
Delikanlı alaca karanlıkta yürürken,
yumuşak bir şeye çarptığını fark etti. Eğildi baktı... Aman Allah'ım.!.. Ayaklarının arasında, yuvasından ustalıkla sökülmüş bil kalp duruyordu. Tıpkı resimlerdeki gibi diri ve anlıydı. Onu büyülenmişçesine avuçlarına aldığında, dehşetinden çıldıracak gibi oldu. Kalp tıp tıp atıyordu ve sıcacıktı. Delikanlı, sanki ellerine yapışıp bir başka uzvu haline geliveren kalpten kurtulmak
istiyor, fakat ne olduğunu kestiremediği duygular tarafından engellendiğini hissediyordu. Bir müddet sonra sakinleştiğinde, onun sahibini bulmak için en yakındaki evin kapısını çaldı ve zincir aralığından bakan genç kıza:

- Bu kalp sizin mi? diye sordu. Biraz önce buldum onu. Kız, mahçup bir ifadeyle:
- Ben kalbimi, üç ay önce rastladığım bir vefasıza kaptırdım, dedi. Yandaki eve sorun,.onların olabilir. Kızın gösterdiği ev, göz kamaştırıcı bir villaydı. Kapıyı açan hizmetkarlar, onu üst kata çıkartarak evin
beyine götürdüler. Delikanlı, yumuşacık halıların üzerine damlayan kanları ayağıyla örtmeye çalışırken:

- Bu kalp sizin mi acaba? diye sordu. Hala atıyor da...

Beyefendi, ışıl ışıl parıldayan kristal kadehinden höpürtülü bir yudum çekerek:

- Ben kalbimi dünyaya sattım canikom, diye sırıttı. Komşu evde bir
meczup var,o bilir sahibini.

Delikanlı, hızla soğumaya başlayan ve atışları gittikçe yavaşlayan kalbi bitişik kulübedeki ihtiyara koşturarak:

- Bu sizin mi? diye sordu. Çabuk olun. Neredeyse duracak. Yaşlı adam, okumakta olduğu Kur'anı yavaşça kapatırken:

- Ben kalbimi, her şeyimle birlikte Allah'a verdim evlad, diye gülümsedi. Elindekinin sahibini neden gidip anne ve babana sormuyorsun? Her ikisi de yaşlanıp bunadı, diye üfüldendi genç. Bir bebek gibi alaka görmek istediklerinden, üç gün önce kavga edip onları terketmiştim. İhtiyar adam, büyük bir üzüntüyle:

- Terkettin ha!... diye mırıldandı. Terkettin demek. Delikanlı, söylenenlere karşı kayıtsız görünüyordu. Oysa ki yaşlı adam, beklediği cevabı çoktan almıştı. Delikanlıya doğru emin adımlarla ilerledi ve iki eliyle
kavradığı gömleğini bir hamlede yırtarak açıverdi. Delikanlının sol göğsünde, avuçlarında tuttuğu kalp büyüklüğünde kanlı bir boşluk vardı

8 Eylül 2009 Salı

Altın öğütlerden

İbni hacer askalaninin meşhur eserinden hz. ebu bekire ait olan bu nasihat,herşeyin ölçüsünün madde olduğu günümüzde,sanırım daha derin bir mana ifade ediyor.Bu sebeple paylaşmak istedim,tabii üstadımıda saygıyla anarak.Allah razı olsun.
ثمانية أشياء هنّ زينة لثمانية أشياء العفاف زينة الفقر ، والشكر زينة النعمة ، والصبر زينة البلاء
والحلم زينة العلم.والتذلل زينة المتعلم ، وكثرة البكاء زينة الخوف وترك المنّة زينة الإحسان
والخشوع زينة الصلاة
Sekiz şey sekiz şeyin süsüdür
1-İffetli olmak fakirliğin süsüdür.Başta biz ilahiyatçılar olmak üzere (gerçi artık ben ilahiyatçı değilim tarihçiyim bundan böyle:) )Dilenciliğin yapıldığı bir ortamın oluşmasından sorumluyuz.
2-Şükür nimetin süsüdür.Adeta nimetlerin içinde yüzüyoruz şükür ile karşılaştırıldığında bir orantısızlık görmekteyiz yeni nesile bu matematiksel hatayı miras bırakmamalıyız.
3-Sabır belanın süsüdür.Özellikle kendi adıma bundan ders çıkarmalıyım ufak bir belaya düçar olduğumumda ahh vahh" ları terk etmeliyim(z)

4-Halim-selim olmak ilmin süsüdür.Bunuda İlahiyatçılar düşünsün:) (Malum ilim, Alim deyince öncelikle din bilginleri akla gelir)
5-Alçak gönüllülük öğrencinin süsüdür.Öğrenci dediğin gururlu olmayacak hatasını düzeltecek soru soracak v.s. Öğrenci olduğuma göre buda bana....
6-Çok ağlamak Allah korkusunun süsüdür.Allah korkusu tasavvuf erbabının uzmanlık alanı Rabbim, bizi yollarının yolcusu eyleye..
7-Başa kakmayı bırakmak başkalarına iyilik etmenin süsüdür.Riyakarlık konusu ile birlikte, belkide günümüzde, vaaz kürsülerinde işlenmesi gereken en önemli konulardandır...
8-Hüşu namazın süsüdür.Hüşu, hmm.... namaz kılan kişinin iç dünyasını temizlemesi, namazla ilgili olmayan düşünceleri kalbinden çıkartıp atması, Rabbinin huzurunda, huzurunu bozan her türlü tasavvurlardan uzak durmak demekti sanırım ne kadarda yabancısı olduğum kavramlar bunlar Allahım aff.

3 Eylül 2009 Perşembe

İslam Alimlerinden Veciz Sözler!

Bu maili gönderen dostuma şükranlarımla paylaşmak istiyorum.
şunuda eklemem gerekir bu sözlerin bir kısmından kendime bir ders çıkarmam gerek.Eyvallah dostum.Allah razı ola:)

*Üç zümreye, üç şey çirkin düşer: 1-İdârecilere, sertlik, 2-Âlimlere, mal sevdası, 3-Zenginlere ise cimrilik.* Molla Câmî (Rahmetullahi aleyh)

*İstediklerini vermediğiniz zaman kızan ve küsen hakiki dost değildir.* İmam-ı Ahmed bin Hanbel (Rahmetullahi Yûsuf bin Hüseyin Râzî Rahmetullahi aleyh )

*Üç şey kalbi öldürür: Çok konuşmak, çok uyumak ve çok yemek. * Fudayl bin İyad (Rahmetullahi aleyh)

*Eskiden iyilik yaparlardı söylemezlerdi. Sonra hem yapmaya hem de söylemeye başladılar. Şimdi ise yapmıyorlar fakat söylüyorlar.* Ömer bin Hâris (Rahmetullahi aleyh)

*Elden geldiği kadar kaç kötü arkadaştan, Kötü ahbâb kötüdür, en zehirli yılandan. Yılan zehir akıtıp, insanı candan eder, Ama kötü arkadaş, can ve imandan eder.* Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdi (Rahmetullahi aleyh)*Fakirlik, hâline şükredip kimseye şikâyet etmeyerek ihtiyacını gizlemektir.* İbrahim Havvâs (Rahmetullahi aleyh)
*Meşhur olmak sevdası ile yanıp tutuşana, doğruluk nasip olmaz.* İbrâhim bin Edhem (Rahmetullahi aleyh)
*Namaz kılmak, yalnız Allahü teâlâdan korkan müminlere, kolay gelir.* İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh)
*Vücudun rahatı az yemekte; rûhun rahatı az günahtadır.* İmâm-ı Gâzâli (Rahmetullahi aleyh)

*Gözü harama bakmaktan ve başkalarının ayıplarını görmekten korumalıdır!* Bâyezîd-i Bistâmî (Rahmetullahi aleyh)
*Gençliğin kıymetini ihtiyarlar, huzûrun kıymetini huzûrsuzlar, sıhhatin kıymetini hastalar, hayatın kıymetini ölüler bilir.* Hatim-i Esam (Rahmetullahi aleyh)
*İşlediğiniz günâhları gizlediğiniz gibi, yaptığınız iyilikleri de gizleyiniz!* Zünnûn-i Mısrî (Rahmetullahi aleyh)
*Nefsin aldanmasına, dünyanın yalancı ve geçici tadına kapılan, hayrın tadını alamaz.* *Öyle bir kimseyle arkadaşlık edin ki; onda dünya malı hırsı bulunmasın.* Dâvûd-i İskenderî (Rahmetullahi aleyh)
*Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylar ile doldurmak demektir.* İmâm-ı Birgivî (Rahmetullahi aleyh)
*İnsanların sıkıntılarına katlanmak, Allahü teâlânın beğendiği, Resûlullahın sevdiği ve evliyânın özendiği bir ahlâktır.* Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (Rahmetullahi aleyh)
*Ölmek felâket değildir. Asıl felâket, öldükten sonra başa gelecekleri bilmemektir.* İmâm-ı Rabbânî (Rahmetullahi aleyh)
*Adalet, halkın dirliği ve düzeni; idarecilerin ise, süsü ve güzelliğidir.* Hazret-i Ali (Radıyallahü anh)
*Dört şey ibâdettendir: Abdestsiz durmamak, çok secde etmek, gönlü mescidlere bağlı olmak ve Kur’ân-ı kerîmi çok okumak.* Ali Dede Bosnevî (Rahmetullahi aleyh)
*Temiz ve helâl ye de, ister sabaha kadar ibâdet et, ister uyu!* İbrâhim bin Edhem (Rahmetullahi aleyh)
*Hakîki sevgi, iyilik gördüğünde artmayan, kötülük gördüğünde de eksilmeyendir.* Yahyâ bin Muâz-ı Râzî (Rahmetullahi aleyh)
*İki şeyi istersiniz ama, bulamazsınız. Bunlar, neşe ve rahatlık olup, ikisi de Cennette olur.* Ebû Turâb-ı Nahşebî (Rahmetullahi aleyh)*İyi komşuluk, yalnız komşuya eziyet etmemek değil, komşunun eziyetlerine de katlanmak demektir.* Hasan-ı Basrî (Rahmetullahi aleyh)
*Kıyamet günü nereye gitmek istiyorsanız, hazırlığınızı ona göre yapınız.* Ömer bin Abdülazîz (Radıyallahi anh)
*Malı olanın aç sabahlaması, olmayanın tok sabahlamasından evladır.* Bişr-i Hafi (Rahmetullahi Aleyh)
*Mümin güneş gibidir. Sararıp, solarak batar ama doğduğunda (ahirette) göz kamaştırır.* Ebubekir şiblî (Rahmetullahi aleyh)
*Üç şey üç zümreye çirkin düşer: İdarecilere sertlik, âlimlere mal sevdası, zenginlere cimrilik...* Molla Câmî (Rahmetullahi aleyh)
*Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlânın nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun.* Abdullah-ı Dehlevi (Rahmetullahi aleyh)
*Kalb dünyâ arzularından birine bağlı kaldığı ve geçici lezzetlerden birinin peşine takılıp gittiği müddetçe, imkânı yok, âhireti sevmiş olamaz.* Abdülkâdir Geylâni (Rahmetullahi aleyh)
*Edeb hudûda, sınırlara riâyet etmek onu taşmamaktır. En büyük edeb ise ilâhi hudûdu muhâfazadır, gözetmektir.* Abdülhakim Arvâsi (Rahmetullahi aleyh)
*Eshâb-ı kirâma hürmet etmeyen kimse, Muhammed aleyhisselâma îmân etmiş olmaz.* Ebûbekir Şiblî (Rahmetullahi aleyh)
*İstediklerini vermediğiniz zaman kızan ve küsen hakiki dost değildir.* İmam-ı Ahmed bin Hanbel (Rahmetullahi Yûsuf bin Hüseyin Râzî Rahmetullahi aleyh )

Akşamları ne yapıyorsunuz

Dümdüz bir soru size: Akşamları evde neyapıyorsunuz?
Koltuğa uzanıp, hiç tanımadığınız Amerikalıdedektiflerle, hiç tanımadığınız Amerikalı haydutları mı kovalıyorsunuz?Yoksa yerli dizilere kaptırıp hiç bilmediğiniz konaklarda yaşananhayatları mı seyrediyoruz?
Dört saat televizyon seyretmenin sekiz saat çalışmak kadar beyni yorduğunu biliyormusunuz?
İki türlü hayat var: 1. Yaşanan hayat, 2. Seyredilen hayat,
Akşamlarınız televizyona kilitliyse,bilin ki, hayatı sadece seyrediyorsunuz !
Akşamları evde ne yapıyorsunuz?Akşamlarınızı nasıl geçiriyorsunuz?
"Pek çoğu gibi biz de çekirdek çıtlatıp saatlerce televizyon izliyoruz"diyorsanız, durup bir düşünün lütfen; dünyaya birkaç kez daha geleceğinize mi inanıyorsunuz?
Böyle bir şey olsaydı, şimdiki hayatımızın bir bölümünü ziyan etmek şimdiki kadar acı sonuçlar doğurmayabilirdi belki. Ne çare ki sadece bir hayatımız var. Bu da maalesef, çok kısa. Ortalama altmış yılın yirmi yılı uykuda geçiyor.Kalan kırk yılın yirmi yılı çocukluk, eğitim,vesaire...
Son yirmi yılı da ziyan edersek, bize yaşanacak bir şey kalmaz. Akşamlarınızı sadece televizyona veriyorsanız,sayılı nefeslerinizden bir bölümünü çöpe atıyorsunuz demektir! Çünkü televizyon izleyen kişi hayatta değildir, zira hiçbir şey yapmamakta, hiçbir değer üretmemektedir; bu da bir anlamda yaşamamak sayılır.
Ne mi yapmalı?..
1. Ailece kitap okuyun, sohbetedin: Nasıl tanıştığınızı, ilk nerede görüştüğünüzü,sıkılıp sıkılmadığınızı, nerede nasıl evlendiğinizi, nikah şahitlerinizi,düğününüzü anlatın çocuklarınıza, onları hem dinleyin, hem de okumaya çalışın.
2. Gezin: Gezmek için ille de bir maksat olması gerekmez, en büyük maksat hayatı paylaşmaktır. Yakınsanız deniz kenarına inin, ayaklarınızı denize sokun ve becerebiliyorsanız taş sektirme yarışına girin. Sonra da güneşin pembe gülücükler saçarak batmasını seyredin. (İnanın televizyon seyretmekten çok daha keyifli ve dinlendiricidir)Ormanda hep birlikte yürüyün, ağaçlara isim takın, yolboyu açan çiçekleri sevin ve çocuklarınıza bunlarla sevmeyi öğretin. (Ama bilin ki hayat öğrenmek ve öğretmekten ibaret değildir. Dinlenmek,eğlenmek gibi olgular da hayatın bir parçasıdır)
Çocuklarınızla ilişkilerinizde asla öğretmen tavrı takınmayın. Onlarla arkadaşlık etmek dünyanın en keyifli işidir.
3. Akraba ve komşularla ilgi bağıkurun: Onlara ya gidin, ya da onları size davet edin. Sohbetiniz televizyonsuz olsun ki tadı çıksın. Birbirinizi gerçekten tanımaya çalışın. Bilirsiniz, "Komşu komşunun külüne muhtaçtır."
4. Kültürel ve sanatsal etkinliklere katılın.(Konferans, seminer, sergi, doğru sinema vetiyatro) Hayatınızı biraz olsun renklendirecek başka şeyler de bulabilirsiniz. Yeter ki isteyin. Bir şeyi çok isterseniz, Allah sebebini halkeder ve çok istediğiniz şeye ulaşırsınız.
"Olmaz ki" diye düşünüp taleplerinizi ertelerseniz, hiçbir yere ulaşamazsınız. Aile bağlarının güçlenmesi, paylaşacak şeylerin çokluğuyla mümkündür. Ne kadar çok şey paylaşırsanız aileniz o kadar güçlenecek, o kadar diri duracak ve mutlu olacaktır.
Hatıra defterine televizyon dizilerini yazamazsınız. Oraya ancak yaşadıklarınızı yazabilirsiniz. Her gün birşeyler yaşamalı ve bunları deftere geçirerek geleceğe tarih düşürmelisiniz.
Bugün öyle bir hayat yaşayın ki, yarına da kalsın. Torunlarınıza filan anlatacaklarınız olsun.
Ayrıca unutmayın ki;Hayatı biriktiremezsiniz; ya her anını yaşayacaksınız, ya da ziyan edeceksiniz.
Artık cevap gelsin:Akşamları ne yapıyorsunuz?..
yaşıyor musunuz,yoksa seyrediyor musunuz?
CAN DÜNDAR

1 Eylül 2009 Salı

Ez jı te hez dıkım

Prof. dr. İhsan Dağı Bugünkü köşesinde demokratik açılımı o kadare güzel anlatmışki üzerine ilave edecek bir kelime dahi bulamıyorum olduğu gibi paylaşıyorum buyrun.
Biliyorum, birçoğunuz başlığı anlamadınız. Ben de yeni öğrendim. Aynı cümleyi İngilizce, Fransızca veya Almanca yazsaydım, en azından birini, okur yazar her Türk anlayacaktı.

Oysa bin yıldır birlikte yaşadığımız, kardeş olduğumuzu söylediğimiz, etle tırnak gibi bütünleştiğimizi iddia ettiğimiz Kürtlerin dilinde yazınca kimse anlamıyor. Bu, övünülecek bir 'cehalet' olamaz.

Bin yıldır birlikte yaşıyoruz, ama Kürtçe bilmiyoruz; az da olsa bilmiyoruz.


Kürt kökenli olduğunu bildiğimiz bir komşumuza 'günaydın', iş arkadaşımıza 'nasılsın?', sevdiklerimize 'seni seviyorum' diyemiyoruz Kürtçe. Daha da kötüsü, 'onların dili'ni birazcık da olsa konuşmak aklımıza bile gelmiyor, bırakın bunun için özel bir çaba göstermeyi...

Ne hakça ne de kardeşçe bir durum bu. Hepsi Türkçe bilen, bilmek zorunda olan Kürtler (kardeşlerimiz!) üzülmezler mi buna? Kırılıp darılmazlar mı?

Gelin itiraf edelim: Devletin 'homojen Türk milleti' varsayımı hepimize (Türklere) kolay geldi. Herkes Türk'tü; herkesin Türk olmasını, Türkçe konuşmasını bekledik. Devlet destekli bu beklentiye karşılık verip Türkçe öğrenenlerin Türkçesiyle de dalga geçti kimimiz.

Adeta Kürtçe diye bir dilin var olduğunu unuttuk, görmezden geldik. Hatta Kürtçenin sokaklarda bile konuşulması yasaklandığında kılımızı kıpırdatmadık. Kör, vurdumduymaz kaldık... İçimizdeydi onlar, birlikte yaşıyorduk, ama onlar bizim gibi oldukları, bizim dilimizi konuştukları sürece bizdendi. Kürtçe konuşmayı, yani kardeşlerimizin anadillerini, yani en doğal, en insanî farklılıklarını 'ayrılıkçılık'la eş tuttuk.

Bir Kürt'le bir Türk'ü birbirinden farklılaştıran tek şey, dil. İşte o dilin bizi ayıran şey olmasını istemiyorsak, o dili paylaşmamız, ortak kullandığımız bir değere dönüştürmemiz gerek. Neden ortaklaşamıyoruz bu dili? Yüzyıllardır birlikte yaşarken, yakın akrabalar olmuşken Kürtçeyi bu denli 'yabancı', dışımızda görmek hiç de normal değil.

Kürt meselesi önemli ölçüde bir Kürtçe meselesi. Kürtçeyi doğal, meşru, normal ve bizden görmeden birlikte yaşama irademiz ve isteğimiz sağlam bir temele oturamaz.

Tamam, Kürt sorunu toplumun değil, devletin yarattığı bir sorun. Toplumsal düzeyde Kürtlerle Türkler arasında ciddi bir şiddet ve nefret ortaya çıkmadı. Kabul, bu sorun 'Türkler'in değil 'devlet'in sorunuydu ve çoğul bir emperyal toplumsal bakiyeden homojen bir ulus ve devlet yaratma projesinden kaynaklanmıştı. Ama toplum bunun neresindeydi? Halkın, bin yıldır birlikte yaşadığı Kürt kardeşlerine devletin yaptıkları karşısında takındığı duyarsız, vurdumduymaz tavrın hiç mi payı yoktu sorunun derinleşmesinde?

SETA ve Pollmark'ın geçen hafta açıklanan Türkiye'nin Kürt Sorunu Algısı araştırmasının ilginç bulgularından biri de Kürtçeye ilişkin. Türk kökenli yurttaşların % 52'si 'Kürtçenin kullanımına yönelik yasakların kalkmasını kabul edilebilir' bulmuyor. Aynı araştırmada Türklerin % 34'ünün, Kürtlerin de % 67'sinin 'yakın akrabaları' arasında Kürt ve Türklerin olduğunu öğreniyoruz. Bu kadar kaynaşmış, akrabalaşmış bir toplumun Kürtçeye bu kadar 'yaban' kalması çok şaşırtıcı değil mi?

Bence önümüzdeki süreçte sadece devletle Kürtler barışmakla kalmamalı, Kürtlerle Türkler de yeniden 'tanışmalı'. Türkler, Kürtçeyi damadının, gelininin, torununun, yeğeninin, halasının, dayısının dili, yani 'kendi' dili olarak görmeli. Kardeş dediğimiz, evlilikler yaptığımız, akraba olduğumuz insanların diline bu kadar yabancılık anlaşılır ve açıklanabilir bir durum değil. Bugün her Kürt Türkçe konuşurken Türklerin üç beş cümle bile Kürtçe konuşamamaları kabul edilebilir bir kardeşlik türü müdür?
Şairin dediği gibi 'anadilin, elin ayağın kadar senin, ana sütü gibi tatlı', ana sütü kadar helal... Gelin öğrenerek, Kürtçeyi 'ayıran' değil 'birleştiren' bir ortak değere dönüştürelim. Öğrenmeye de bu cümleyle başlayalım: Ez jı te hez dıkım. Yani, seni seviyorum.

İhsan dağı zaman

31 Ağustos 2009 Pazartesi

Çıkmaz Sokakların Çıkış Yolları

Hayat bir sahnedir. Herkes, yaşadığı hayatı oynayan bir artisttir. Bu sahneyi yaratan, bizi bu sahneye getiren, bize bu rolü vermiş. Rolü beğenip beğenmemek bize düşmez. Verilen rolü en iyi şekilde oynamak, rejiyi memnun etmektir bize düşen.
Çıkmaz sokaklar insanın dünyasında da vardır. İçimizdeki inişler yokuşlar, coğrafyadan daha çoktur. Cevapsız kalan sorular, çıkmaz sokaktır. Dermansız sanılan dertler çıkmaz sokaktır. Halbuki insan, yol mühendisi gibi olmalıdır. Mühendisin karşısına bataklık çıkarsa etrafını dolaşır. Dağ çıkarsa tünel açar, yoluna devam eder. Nehir çıkarsa köprü yapar. Yol bitti diyen, 'kendi ulaşımını durdurur'.
***
Felçli bir çocuk vardı. Annesi şöyle diyor: "Evladım felçli insanların da yapacağı işler vardır. Ben inanıyorum ki çok iyi günler göreceğiz. Felçli olman demek, her şey bitti demek değildir." Annesi o çocuğa lisan öğretti.
Çocuk tercümeler yaptı. Gerçekten de hem kültürleri arttı hem de para kazandılar.
***
İki gözü de görmüyor. Azmediyor okuyacağım diyor. Böylece lise, üniversite bitiyor. Gözünün görmemesi bütün yolları çıkılmaz hale soktu. Fakat o şahıs üniversite bitirerek kendi yolunu açtı.
***
Adam eşiyle kavga etmiş. Yollarda deste deste çiçek satıyorlar. Düşünüyorum, eşini üzmüş adam, akşam bir buket çiçeği eşine uzatınca ikisinin de sevgi damarları kabarmaz mı? Bir çiçek, çıkmaz sokakları fethetti.
İnsanı çıkmaz sokağa düşüren, kendi düşünceleridir. Ben bazen diyorum ki kendi kendime "Yok. Ben bu hastalıktan kurtulamam..." İşte kendi kendimi çıkmaz sokağa soktum. Sonra diyorum ki; "Niye iyileşmeyeyim? Şifa Allah'tan" Şimdi çıkmaz sokaktan çıktım. Her çıkmaz sokak açılır. Hassas olmak, dengesizliği de beraberinde getirir. Hislerimiz, aklın kontrolünde olursa dengesizliklerin sayısı azalır.
Elbette çıkmaz sokak vardır. Çıkmaz sokaklar yolumuzu kesebilir. Fakat müsbet düşünmek lazım. Ben kitap bulunmayan bir evde büyüdüm; kırk tane kitap yazdım.
Her akşam, yatsı namazını kıldıktan sonra, "Bugünkü hayatım nasıl geçti?" sorusuna cevap aramalıyız. Günahlarımızı, hatalarımızı tespit etmeli, onlara tevbe etmeliyiz.
İnsanın, gayrete gelerek geçmişin yanlışlıklarından intikam alması lazım.
Hekimoğlu İsmail

La Edri ("Bilmiyorum....." Bilgeliği)

Müçtehit makamındaki büyük imamlardan İmam Malik ve İmam Muhammed kendilerine sorulan birçok soruya "Bilmiyorum" cevabı veriyorlar. Müçtehit makamında olan, Kur'an-ı Kerim ve hadis konularındaki derin ilimleriyle öne çıkan imamlarımız hangi tarz sorulara "Bilmiyorum" cevabı veriyorlardı?
Kendisine yöneltilen bir soruya "Bilmiyorum" cevabını vermek bir cehalet ve bilgisizlik değil, bir fazilet ve edeptir. Kur'ân-ı Kerim'de beş âyette (2:216,232; 3:61; 16:74; 24:19) "Allah bilir, siz bilmezsiniz" cümlesi yer alır.
Yine birçok âyette Allah'ın ilmi, "Görüneni de, görünmeyeni de bilir" şeklinde anlatılır. Allah'ın bilgisi yanında kulun bilgisi denizde bir damla, çölde bir kum, kitaplarda bir nokta bile değil. "Bilmiyorum" demek, diyebilmek, bu edebi takınmanın ve yaşamanın yanında, Allah'ın ilim sıfatına ve alîm ismine ayna olmak için güzel bir vesiledir.
Bir başka açıdan bakılacak olursa, bilgiçlik taslamak, kendi bilgisiyle övünmek ve her şeyi bilir gibi bir gurura kapılmak, şeytanın tuzağına düşmek sayılırken, bilgisizliğini öne çıkarmak, Allah'ın bilgisinin dışında kendi bilgisine bel bağlamamak bir melek edebidir. Cenab-ı Hak Adem Aleyhisselam'a bütün eşyanın bilgisini verdikten sonra, onları meleklere de gösterdi, sorguya çekti. Melekler de, "Seni her türlü noksandan yüce tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bilgimiz yoktur. Her şeyi hakkıyla bilen ve her şeyi hikmetle yapan Sensin" diye kendi bilgisizliklerini dile getirirler. (2:31-32)
İşte ilimde zirve birer şahsiyet olan, dini bilgilerde bir insanın varabileceği en üst düzey olan "imamlık" mertebesine yükselen İslam müçtehitlerinin kendilerine yöneltilen soruların bir kısmına "Bilmiyorum" şeklinde cevap vermeleri yüksek bir edeptir. Bu söz sadece birkaç müçtehide ait bir mesele değildir. Mesela meleklerin bu halini bir müçtehit aynen tatbik etmişti. Bir defasında, İmam Şa'bî'ye bir mesele sormuşlar. İmam: "Bilmiyorum!" demiş. Demişler ki: "Ya imam, siz ki Irak'ın âlimi bulunuyorsunuz. 'Bilmiyorum!' demekten sıkılmıyor musunuz?" O da şu mukabelede bulunmuş:
"Melekler, ilim ve edepçe bizden daha ileridir. Böyleyken onlar: 'Seni her türlü noksandan yüce tutarız. Senin bize öğrettiklerinden başka bilgimiz yoktur' demekten sıkılmadılar."
Yine İmam Azam'ın yetiştirdiği bir ilim deryası olan İmam Ebu Yusuf da "Bilmiyorum" cevabını verenlerdendi. Abbas Halifesi Harun Reşid, İmam Ebu Yusuf'u yüksek mahkeme reisliğine getirmişti. Bir gün adamın biri geldi, kendisine bir sual sordu. Ondan 'Bilmiyorum' cevabını alınca: "-Nasıl olur da bilmezsiniz?" dedi. "Bir de devlet hazinesinden maaş alıyorsunuz." Ebu Yusuf: "-Bize bildiğimiz şeyler için para veriyorlar, eğer bilmediklerimiz için ücret alsaydık, devletin hazinesi yetmezdi" cevabını verdi.
İmam Malik de kendisine yöneltilen birçok soruya "Bilmiyorum" diye cevap verirdi. Bu dersi, 13 yıl boyunca dizinin dibinden ayrılmayan hocası Abdurrahman İ. Hürmüz'den öğrenmişti. Hocası, "Bak Mâlik!" demişti bir gün, "Bir insanın sığınacağı en emin liman 'Bilmiyorum' sözüdür."
İmam Malik de bildiği bir konuda görüşünü açıklasa bile sonunda şu âyeti okuyordu: "Ancak birtakım tahminlerde bulunuyoruz. Onun hakkında kesin bir bilgi sahibi değiliz." (Casiye Suresi, 45:32) Bu alimlerin "Biliyorum" şeklinde cevabını verdikleri soruların neler olduğunu tespit etmek mümkün değil. Bu sorular her alanda dini konulardaki sorulardı. Diğer yandan edebiyatımızda "Bilmiyorum" anlamında "Lâ edrî" bir gelenek haline gelmişti. Birçok şair bu imza ile şiirler yazdı.
-Alıntı-

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Bizim için bir ölçü (İmam azamın oğluna nasihatı)

İmam-ı Azam Hz. oğluna şu nasihatte bulunuyor,evladım 500 hadis arasında şu 5 hadisi seçtim bunlara uymanı istiyorum.

1-Amel ancak niyetledir. Ve bir kişiye ancak niyet ettiği vardır.

2-Kişinin, manasız ve boş sözleri terk etmesi İslamiyet'inin güzelliğindendir.

3-Kendı nefsiniz için istediğiniz ve sevdiğiniz şeyi, din kardeşiniz için de istemedikçe gerçek manada iman etmiş sayılmazsınız.

4-Şüphesız helâl belli, haram da bellidir. Allah güzeldir, ancak güzel şeyleri kabul eder.

5-Müslüman, Müslümanlara eliyle ve diliyle zarar vermeyen kimsedir....

son noktayı şu tarihi nasihatla koyuyor.Evladım! Bozuk itikatli olanlardan uzak olmanı, kalbiselim sahibi olarak ölmeni isterim.

28 Ağustos 2009 Cuma

Secde etmek kanserden koruyor.

Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan Ulusal Işın Teknolojisi Merkezi’nde yapılan bir bilimsel araştırma, Allah’a secde etmenin insanı kanserden koruduğunu ortaya çıkardı.

Araştırmayla ayrıca secdenin hamile kadınlar için de oldukça yararlı olduğunu ve ceninin şekil bozukluğuna uğramasını engellediğini, bunun yanında yine birçok bedensel ve psikolojik hastalıklara iyi geldiği tespit edildi.

Işın Teknolojisi Merkezi Bölümü Başkanı Biyoloji profesörü Muhammed Ziyaeddin Hamid, bu çağda insanların her yönden elektromanyetik dalgalara maruz kaldığını ve bu nedenle daha fazla ışın aldığını belirterek, vücutta biriken bu yükün mutlaka dışarı atılması gerektiğini bildirdi.

Araştırma sonucu vücutta biriken elektromanyetik yükün Allah’a secde ile dışarı boşaltıldığının belirlendiğini dile getiren Mısırlı bilim adamı, bilimsel araştırmaların insan boyunun küçüldükçe elektromanyetik dalgalara uğrama oranının daha da azaldığını gösterdiğini söyledi.

Yedi azanın yerle teması enerjiyi boşaltıyor

İnsanın secde halindeyken elektromanyetik dalgalara daha az maruz kaldığını ve alnın yere değmesiyle vücuttaki elektromanyetik yükün dışarıya boşaltıldığını tespit ettiğini kaydeden Profesör Ziyaeddin, secde halinde olan bir insanın yedi organının yerle temas etmesinin boşaltımı hızlandırdığını ve bunun yorgunluk ve bazı hastalıklara iyi geldiğini ifade etti.

Araştırmaların elektrik yükünün vücuttan sağlıklı bir şekilde atılması için secde anında kıbleye dönmek gerektiğini gösterdiğini bildiren Profesör Ziyaeddin, Kâbe’nin yeryüzünün merkezi olduğunu ve yeryüzünün merkezine yönelmenin vücuttaki elektrik yükünü dışarı atmak için en uygun pozisyon olduğunu söyledi.

Beş vakit farz namazın vücuttaki elektrik yükünün dışarı atılması için yeterli olduğunu belirten Mısırlı bilim adamı, uyku esnasında vücutta oluşan unsurların sabah namazıyla dışarı atıldığını ve insanın güne sağlıklı ve canlı bir şekilde başladığını kaydetti.

Öğle, ikindi ve akşam namazlarının günün yorgunluğunu ve stresini azalttığını ve insana psikolojik bir rahatlama sağladığını söyleyen Profesör Ziyaeddin, yatsı namazıyla gün boyu vücutta oluşan yükün geri kalanının dışarı atıldığını ve insanın rahat bir şekilde uykuya dalmasının sağlandığını belirtti.


Kaynak:Asım Sancaktar / Dünya Bülteni

Bir kaç anlamlı söz

''Düşünmeden konuşmanın cezası sonradan düşünmeye mahkum olmaktır.'' GIBBON
''Hayatta hiç hata yapmamış birisi zaten hiçbir işe başlamamış demektir.'' HENRY FORD
''Hayatta hiçbirşeyden korkmayın yalnız;herşeyi anlamaya çalışın.'' MARİE CURİE
''İnsanlar tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldıkları dersler oranında olgundurlar.'' BERNARD SHAW

''İnsan aklın snırlarını zorlamadıkça hiçbir şeye erişemez.'' ALBERT EINSTEIN
''Olgun insan yapabileceğini söyleyen ve söylediğini yapan insandır.'' KONFİÇYUS
''Gerçek arkadaş sağlık gibidir.Değeri ancak o yok olunca anlaşılır.'' CERVANTES
''Sözcüklerin gücünü anlamadan insanların gücünü anlayamazsınız.'' KONFİÇYUS

''İnsanların yapabileceği en büyük fenalık kendisine olan güvenini kaybetmesidir.''
RİCHARD BERNEDİCİ

''Hayat herkes için acı, çünkü benim boş yere dilediklerime sahip olmuş nice insanlar gördüm, onlar da mesut değil.İnsanın en zor katlandığı duygu acımadır, hele hak edince.Evlenme dâvaya benzer. Mutlaka memnun olmayan bir taraf vardır.Yoksulluğun hüküm sürdüğü yerde ne utanma kalır, ne suç, ne namus, ne de ruh.Güzellik, çoğu zaman kusurları gizleyen bir örtüdür.Sevmek, bir başkasının hayatını yaşamaktır.Bir anne yüreği, dibinde daima af bulunan bir uçurumdur.Beklemesini bilenin her şey ayağına gelir.Hiç kimse bir alışkanlığa veda etmek cesaretini gösteremez.'' BALZAC

''Eğer yürüdüğünüz yolda güçlük ve engel yoksa, bilin ki o yol sizi bir yere ulaştırmaz.
Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim.
Yanlışlık fare deliğinden geçer, doğruluk kapılardan sığmaz.
Susmanın kudretine inanıyorum. Bu mevzu üzerinde saatlerce konuşabilirim.
Dürüst insan her zaman gerçeği söyler, akıllı insan ise yalnız zamanında.
Bir kelime yeterlidir, gerisi laftır.
Moda kadınlara benzer, onun da havası vardır.
Her şeyi düşünmek, çoğun her şeyi düzene sokmak demektir.
Birçok insanın korkak olmaya cesareti yoktur.
Yazı ile insan daya iyi yalan söyleyebilir.
Zekanın sakıncası, insanı devamlı surette bir şeyler öğrenmeye zorlamasıdır.
Erkeğin de, kadının da terbiyesi birbirleriyle tartıştıkları zaman belli olur.
Aptallar, utanılacak bir şey yaptıkları zaman mazeret diye o işi her zaman yaptıklarını söylerler.
Akıllı adam aklını kullanır, daha akıllı adam başkalarının da akıllarını kullanır.
Ben şaka yaparken gerçekleri söylerim, çünkü gerçekler dünyanın en gülünç şakalarıdır.
Bu dünyada başarıya ulaşan insanlar istedikleri şartları yakalayan insanlardır. Eğer onları bulamazlarsa, kendileri yaparlar.
Parayı kazanmadan harcamaya nasıl hakkımız yoksa, mutluluğu da üretmeden tüketmeye hakkımız yoktur.
Değişmez kural, değişmez kuralın olmayacağıdır.
Çocuklarınıza ders vermek istiyorsanız (bu hiç de gerekli değil) kendinizi örnek gösterin. Ama sizin gibi olmaları için değil, sizin gibi olmamaları için.
Yapabilenler yapar; yapamayanlar yapmayı öğretir.
Benim en iyi dostum terzimdir. Çünkü ne zaman beni görse, derhal o andaki ölçülerimi alır. Oysa bütün öteki tanıdıklarım benim hala eskisi gibi olduğumu düşünürler.
Yalancının cezası; kimsenin kendine inanmayışı değil, asıl kendisinin kimseye inanmayışıdır.
Merhamet sevgiye yakınsa, minnet onun aksine yakındır.
Ahlak duygumuz, ihtiraslarımızı kontrol eder.
Aşk, insana vakar, ağırbaşlılık, hatta güzellik verir.'' Bernard SHAW

27 Ağustos 2009 Perşembe

Başlarken

Merhaba Arkadaşlar,
"Nakkaş döndü dolaştı yine aynı bahçeye geldi" diye bir söz var ya benimkide o mesele.:)
Diğer blogumu kapatırken "tekrar görüşürüz inşallah" demiştim.

Gözlerimi kapasam ve her şeyin bir saat gibi, durduğu yerden işlemeye başladığını düşünmek istiyorum nedense?:)Neredeyse bu dünyada da zamansızlığa inanacağım.şaka ha ne zamansızlığı lafın gelişi olarak söylüyorum

Blogumu sessiz sedasız kapatıp kendi köşeme çekilirken geçerli bir mazeretim yoktu sadece az zamanımı alıyordu o kadar.

Bana göre zorunlu olmadan yazmak güzel birşey kafan estiği zaman yazarsın dostlarınla paylaşırsın.Sevinçlerini. Şaşkınlıklarını. Kırıklıklarını. Yıkımlarını. Kısacası hayatın ta kendisini paylaşabileceğin birileri olduğunu düşünmekte güzel.

neyse yahu o kadar uzatmaya ne gerek var:)))

...ve işte yine burdayım:) güzel paylaşımlarda bulunuruz inşallah sizlerdende katkı bekliyoruz.
Hoşgeldiniz, hoşgeldim:)